08 Aralık 2024

Esad gitti diye üzülen yok, başarı öyküsü içinse erken

Kimse Esad düştü diye ağlayacak değil. Ancak mevcut durumdan bir başarı hikâyesi üretmek için de erken. Suriye’nin normalleşmesi için bir fırsat penceresi açıldı. Ancak süreç büyük risklerle dolu

Suriye’deki gelişmelerle ilgili geçen hafta perşembe günü T24’ün YouTube kanalında yaptığım programı bitirirken, bazı ülkelerin Beşar Esad’ın düşmesini tercih etmeyebileceğini söylemiştim.

Sonrasında emekli büyükelçi Şafak Göktürk’ten “Esad’ın kalıcı değil, gidici olabileceğini hızla düşünmeye başlamanızı tavsiye ederim” şeklinde bir mesaj aldım. Ortadoğu dairesi genel müdürlüğü yanı sıra, Kahire’de büyükelçi olarak da görev yapan Göktürk haklı çıktı.

Geçen hafta itibarıyla iktidar da bu sonuca varmış mıydı emin değilim.

27 Kasım’da HTŞ’nin başlattığı saldırının, Esad’ın düşmesiyle sonuçlanacağını Ankara’dakilerin öngördüğünü sanmıyorum. Operasyondan haberdardılar; ancak HTŞ liderliğindeki muhalif grupların bu hızla ilerleyeceğini beklemiyorlardı.

Aslında muhalif grupların saldırısı için en uygun zamandı. Rusya bir yandan Ukrayna cephesiyle uğraşırken, bir yandan da Romanya’dan Moldova’ya yakın coğrafyasına odaklanmış durumda. İran ise İsral’in darbeleri nedeniyle bırakın Lübnan ve Suriye’yi, kendi can derdine düşmüş halde.

Ankara HTŞ’nin ilerlemesini fırsat bilerek, Moskova ve Tahran’ın Şam’ı baskılamasını istedi. Zira Ankara için en uygun senaryo, eli zayıflamış bir Esad’la masaya oturmak olacaktı. Hükümet yanlısı bazı yorumcular sanki Esad’ın devrilmesinden iktidarın çok memnun olduğu gibi bir algı yaratmaya çalışıyor. “2011’de Esad’ı devirmek üzere yola çıkan AKP sonunda istediğini elde etti; bakın Erdoğan nasıl haklı çıktı” türünden bir hava yayılmaya çalışılıyor.

Oysa daha 16 Ekim’de gazetecilerin Ankara temsilcileriyle bir araya gelen Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Suriye’de “bizim rejim değişikliği gibi bir derdimiz yok” demişti. Hatta Fidan daha geçen hafta, “son ana kadar Esad’a barış elinin bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından uzatıldığını” da söyledi.

Ankara Esad’sız bir Suriye’ye hazırlıklı mıydı?

Ortada bir hesap hatası olabilir. Ama tabii yerel dinamiklerin hiç beklenmedik şekilde kar topu gibi, her şeyi altına alarak hızla başka yöne evrilmesi de görülmemiş bir durum değil.

Ancak bu noktada pek çok sorunun cevabı kritik önem taşıyor. Ankara Esad sonrası bir Suriye’ye ne kadar hazırlıklı? Ankara-HTŞ ilişkisi ve Türkiye’nin olayları yönlendirme kapasitesi ne kadar güçlü?

Şafak Göktürk bana geçen hafta gönderdiği mesajını “Hükümet başarı zirvesi anını yaşıyor ama arazi, hızla bu anı aşıyor” diye bitirmişti.

Dün görüştüğüm Göktürk, “Türkiye başarı zirvesinin tepe noktasını Halep’in düştüğü gün gördü. Hama’nın alındığı gün ise Türkiye’nin etkisinin düşmeye başladığı andır” dedi.

Bu noktada Türkiye-HTŞ ilişkisine değinmek gerekiyor.

Göktürk’ün deyişiyle, HTŞ Türkiye’nin yarattığı ekosistemde palazlandı ama bu HTŞ’nin Türkiye’nin her dediğini dinleyeceği anlamına gelmiyor. “HTŞ alan kazandıkça, Türkiye’nin karşısına geçebilir” dedi Göktürk. En büyük soru işaretlerinden biri de HTŞ’nin öne sürdüğü gibi cihatçı ceketini çıkarıp çıkarmadığı.

Üstelik, diğer muhalif grupların da daha fazla görünür olacağı bir döneme girilecek. Şam’a ilk girenler HTŞ’ye bağlı gruplar değil, güneyden, 2011’de isyanı asıl başlatan bölgelerden gelenler oldu.

Geçiş döneminin riskleri

An itibariyle muhalif grupların geçmişten ders aldığını gösterir emareler var. Geçiş dönemi uyarınca Esad rejimin devlet kurumlarının işlevini sürdürecek olması, genel af ilan edilmesi bu emareler arasında. Irak’ta yapılan en büyük hata, Saddam’la bağlantılı herkesin üstünün çizilmesi olmuştu.

Kimse Esad düştü diye ağlanacak değil. Ancak mevcut durumdan bir başarı hikâyesi üretmek için de erken. Suriye’nin normalleşmesi için bir fırsat penceresi açıldı. Ancak süreç büyük risklerle dolu.

Bunun başında da farklı muhalif gruplar arasında yaşanacak güç çekişmesi geliyor. Birbirlerine düşer ve silaha sarılırlarsa kaotik ve kanlı bir sürece girilmeyeceğinin garantisi yok.

Türkiye’nin bu geçiş sürecini yönetmek için rol üsteleneceği kesin; bu durumda hem HTŞ’yle ilişkilerini iyi yönetmek hem de HTŞ dışında kalan gruplarla da onlara güven telkin edecek bir şekilde diyalog kurması gerekecek.

Sırada İran mı var?

Batı’dan Doğu’ya, Esad’ın düşeceği gerçeğinin, hafta sonuna doğru pek çok ülke tarafından “satın alındığı” söylenebilir. Hatta benim kimi kaynaklarımdan edindiğim izlenim, Doha’da Rusya, İran ve Türkiye arasında yapılan görüşmede Esad’ın gidici olduğu konusunda bir ortaklaşma olmuş.

Görünen o ki, Rusya Trump gelmeden Ukrayna cephesini sağlama alma derdinde. İran rejimi ise neredeyse hayati bir tehlike ile karşı karşıya. Hatta Şafak Göktürk, İran’da rejimin çökmesi olasılığına karşı da hazırlıklı olunması gerektiği görüşünde. HTŞ gibi oluşumlardan çok hazzetmemesi beklenen Körfez ülkeleri de Esad’ın yardımına koşmadı. Zaten Suriye üzerinden İran’ın aldığı darbe, Körfez ülkelerini ancak mutlu eder.

Batı’yı ise ikiye ayırmak gerek. Avrupa başkentlerinin en büyük derdi Rusya. Suriye’deki konumunun zayıflaması Batılı başkentleri mutlu etmişe benzer.

Ancak HTŞ’nin arkasında Türkiye olduğu varsayımıyla Ankara’ya “HTŞ ile Taliban tecrübesi tekrar edilmesin” mesajını veriyorlar. Malum Taliban da ilk başlarda “değiştim” dedi; ancak beklenmedik hızla iktidara gelmesinin ardından, gerici uygulamalara geri döndü. Afganistan’da kadının sokakta neredeyse gölgesi bile kalmadı. Suriye’deki etnik yapının Taliban benzeri bir sürece izin vermeyeceğini söyleyenler olsa da; iktidarını konsolide eden köktendinci grupların baştaki ılımlı tavırlarını değiştirmeyeceğinin garantisi yok.

Bu noktada da ABD-İsrail ikilisinin tavrını dikkatle izlemek gerekecek. Her ikisi de eli kolu bağlı, zayıflamış bir Esad yönetiminin devamını tercih ederdi. Mevcut durumda en sağlam dayanak olarak özellikle ABD’nin YPG’yle yakın teması ve desteği sürdürmesi beklenir. Trump’ın Suriye’yle işimiz olmaz mealindeki mesajlarına karşın, ABD askerinin hele de bu kadar belirsizlik varken kısa - orta vadede çekilmesi gündeme zor gelir.

Bu noktada, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın dün Doha’da yaptığı basın toplantısının sonundaki cümlelerine dikkat çekmekte fayda var. Fidan Suriye’deki PKK uzantılarının meşru muhatap olarak kabul edilemeyeceğini, Suriyeli olmayan Türkiye, Irak ve İran’dan giden PKK’lıların Suriye Demokratik Güçlerini kontrol ettiğini söyledi.  “Değişmedikleri” sürece, SDG-YPG oluşumuyla görüşme olmayacağını belirtti. Fidan benzer bir mesajı Meclis’te Dışişleri’nin bütçesi görüşülürken söylemiş, “Suriyeli olmayanların uzaklaşması konusunda, Suriyeliler ödevlerini biliyorlar” demişti.

Bu ifadeler; değişti savıyla HTŞ’nin muhatap alınacağı ve Suriye’nin genelinde bir iç uzlaşma sürecinin başlayacağı bir ortamda dikkatten kaçmamalı.

Barçın Yinanç kimdir?

Barçın Yinanç, 1968 yılında doğdu, ODTÜ Uluslararası İlişkiler Bölümü'nü bitirdi. 1990'da stajyer olarak başladığı Milliyet Ankara Bürosu'nda 10 yılı aşkın bir süre diplomasi muhabirliği yaptı. Ardından televizyon haberciliğine geçerek önce TV8, sonra CNN Türk Ankara Bürosu'nda çalıştı.

Türkiye-ABD, Türkiye-AB ilişkilerinin yanı sıra Kafkaslar'dan Ortadoğu'ya, geniş bir coğrafyada Türk dış politikasıyla ilgili gelişmeleri takip etti. Çok sayıda yabancı hükümet yetkilisiyle söyleşiler yaptı, BM, NATO ve AB gibi uluslararası kuruluşların zirvelerini, perde arkası gelişmeleri yerinden haberleştirdi.

2004 yılında İstanbul'a yerleşti, CNN Türk ve Referans gazetesinin ardından İngilizce yayımlanan Hürriyet Daily News'da (HDN) çalışmaya başladı. Haber koordinatörü, yorum sayfası editörü olarak çeşitli görevler aldı; 2010'dan başlayarak on yıl boyunca gazetenin pazartesi söyleşilerini gerçekleştirdi. Bu süre boyunca dış politika analizlerini yazmaya devam etti.

Pek çok uluslararası düşünce kuruluşunun toplantılarına konuşmacı, kolaylaştırıcı olarak katılıyor, yabancı yayın organlarının yayınları için yorumlar yapıyor. AtlatmaHaber adlı podcast serisini hazırlayan Yinanç Diplomasi Muhabirleri Derneği, Uluslararası Kayak Kayan Gazeteciler Derneği (Ski Club of International Journalist) ve Dış Politikada Kadınlar platformunun üyesi.

Son yayını; Women, Peace and Security Agenda in Turkey and Women in Diplomacy: How to Integrate the WPS Agenda in Turkish Foreign Policy (Türkiye'de Kadın, Barış ve Güvenlik Ajandası-Diplomaside Kadın: Türk Dış Politikası'na Kadın, Barış ve Güvenlik Ajandası nasıl dahil edilir) başlığını taşıyor.

Aralık 2020'den itibaren T24'te yazan Barçın Yinanç, T24 ekranında da, her hafta "Dış Politika ile İçli Dışlı" adlı programı yapıyor.

Yazarın Diğer Yazıları

Kalın’ın mesajlarının dışarıdaki hasar kontrolünü Fidan mı yapıyor?

İstihbarat başkanı Kalın’ın Şam ziyaretinin başta Araplar olmak üzere kimi başkentlerde yaratabileceği rahatsızlığı Dışişleri Bakanı Fidan’ın dengelemeye çalıştığı görülüyor. Fidan’ın Türk ve Arap basınına verdiği demeçler, Ankara-Şam çıkışlı kimi mesajlardan ayrışıyor

Türkiye kazançlı mı; İsrail ne yapıyor, gidişat ne yönde?

Mevcut durumun en büyük kazananı (şimdilik) İsrail. Suriye’deki tüm askerî altyapı tesislerini bombaladı. Ülkedeki tapu dairelerini, her tür evrak bulunduran devlet kurumlarının binalarını bombaladığına dair duyumlar da ayrıca dikkat çekici. Bir kaynağım bu durumu, İsrail’in Suriye’yi “sıfırlaması” olarak yorumladı

Trump’ın dış politikası: Öyle de yapabiliiir, böyle de yapabiliiiir…

Suriye’de olan gelişmeler de hem Ukrayna savaşı hem Gazze savaşı hem de Trump’ın ikinci dönemiyle doğrudan bağlantılı. İhtimal aktörler, Trump başkanlık koltuğuna oturmadan pozisyon alıyorlar

"
"